Thursday, December 29, 2011

Kuzey'in 4. Doğumgünü... Kuzey's 4th Birthday

Aralık ayı başından beri bir virus bulaştı eve, gitmek bilmedi... Önce Kuzey ve Zeynep sadece sabahları bir kaç kez olmak üzere öksürmeye başladılar. Sonra Kuzey'inki kuru öksürük ve Zeynep'inki de daha dolu dolu bir tonda devam etti. Bende ise doğumgünümden beri bir halsizliktir gidiyordu, başka hiç bir şeyim yoktu. Derken Kuzey'in okulunda Christmas Around The World konseptli bir Noel Kutlaması yapıldı.

















Kimimizin paltolu maltolu olduğuna aldanmayın..30’lu derecelerden 20’li derecelere düşünce hava aniden, aman hasta olmayalım stresi oldu herkes ve bir günde 13-14 derece düşünce üşüyor insan...Hele de o kadar uzun zaman hissedilen dereceler 40larda seyrettikten sonra. Türk gözümle bakınca hâlâ paltoluk bir durum yok ama ben de giydim o gün... (bir önceki gün dondum çünkü, sweatshirt ile Kuzeyi almaya gidip dönüşte rüzgardan iliklerime kadar üşüdüm!!!). Zavallı büyük sınıflar İspanyol olmuşlardı ve Flamenko dansı yapan kızcağızlar tek omuzlu elbiselerle dansettiler...Ne oldu o çocuklar bilmiyorum, çünkü Kuzey sonraki hafta okula gidemedi.

Bu tantanaların tarihi 9 Aralık, Cuma. Cumartesi gecesi Kuzey ateşlendi. Viral muhtemelen, doktora götürücez de ne olacak, dedik, Pazar gecesi de ateşlendiği halde Pazartesi sabah da doktora götürmedik. Ancak Pazartesi akşamı üçüncü kez ateşi yükselince (hiç birinde 38,6’yı da geçmedi ve bir kez o kadar yükseldi) Salı günü Globa Doctor’ı ziyaret farz oldu... Götürmememizin bir nedeni de Natalia’nın Noel için ülkesine, Kolombiya’ya gitmiş olmasıydı. Mevcut Çinli doktor da Natalia gibi “General Practitioner” ama Natalia gibi değil...Yaşını başını da almış, bırakın ben burda takılayımi maaşımı alayım, yatayım cinsinden.. Dedim, de, şu Global Doktor Genel Müdürlüğü’Ne mail atacaktım o geldi aklıma...Valla burda yazmaktan daha nemli, önce onu yazayım, saat neredeyse 24:00, halim kalırsa devam ederim..

Thursday, December 1, 2011

Zeynep'in Gelişi...

Zeynep’in Gelişi
Yazım tarihi: 4 Aralık, 2011, Pazar 23:34 ila 9 Aralık 2001, Cuma 00:25

Ben özendikçe, bu iş uzuyor da uzuyor: Sevdiklerimizle paylaşmak, kalırsa ileride çocuklara hikayelerini bırakmak için yazmak istiyorum ama hayat su gibi akıp gidiyor ve artık evde oturan bir kadın olduğum halde, Zeynep’im çok kolay bir bebek olduğu halde ben hiç bir şeye yetişemediğimi sanıyorum...

www.KuzeyChinde.blogspot.com adresine yazmayı artık bırakmak gerektiğine aylaaar önce krar vermiştim oysa ama “aylar”ın 7. Ve 8. si o kadar abuk sabuk geçti ki, toparlanmak iki katı vakit aldı/alıyor diyebilirim. Peki, hikayenin en başını bir sonraki yazıya bırakıyorum ve Haziran 2011’den başlıyorum:

Sinan ABD’ye, yanılmıyorsam 13 Haziran’da geldi. O geldiğinde Mosslar, İspanya’ya gitmişti bile. Böylece, bebeğimizin Sinan'dan önce gelmesi halinde olabilecekler yüzünden stres olma faslı bitti. Çünkü, doğum Sinan yokken başlasaydı,
-      Hastaneye kiminle gidecektim;
-      Hadi ben gittim, annem Kuzeyle tek başına evde kaldığında bir şeye ihtiyacı olduğunda kime, nasıl söyleyebilecekti (İngilizce bilmiyor);
-      Hastanede yanımda kim kalacaktı;
-      Evle hastane arasında bir takım git-gel ihtiyaçları olursa kim yapacaktı

... ... ...

Bu listeyi daha maddelerce uzatabilirim ama bu temel soru(n)lar, durumu kabaca anlatmaya yeterli bence. Neyse ki, bebekten önce Sinan geldi ve bu başlık altındaki stres son buldu. Diyeceksiniz ki, giderken bunların olacağını öngöremeyecek kadar miyop musunuz? Hayır, değiliz; ABD’ye gitikten sonra Mossların planlarının daha önce her nedense konuşulmamış ve öngörülmemiş detayları nedeniyle bu şekilde gelişti, zira, annem gelmeden önce –ve tabi ki Sinan da yokken- bir hafta Baba’nın Harvard’dan mezuniyetinin 50. Yılı nedeniyle bir haftalık bir Boston/Harvard programı vardı ki, bunu gittikten sonra öğrendim. Gene Haziran’da, İspanya seyahatleri vardı, orda yaşayan torunlarının “First Communion” törenine katılmak için, bunu belki biliyorduk, şu anda emin değilim. Her neyse, Mayıs’ta bir hafta onlar Boston’dayken, epey hamile bir halde Kuzeyle yalnız kaldık evde, bu da stresli bir süreç idi. Elbette, yardıma ihtiyacımız olması halinde yardıma koşacak, karşı komşu çift, Kathy’nin ikizi Eileen, en yakın arkadaşları Ann, benim gibi manevi kızları Colette vardı ama bütün bu insanlar beni doğum için oraya gelmeye davet etmiş insanlar değillerdi; yani orada olmam onların planlarına dahil ederek kabul ettikleri bir durum değildi ve herkesin işi-gücü, bir günlük koşuşturma rutini vardı, hiç biri evde boş boş oturan insanlar değillerdi. Bu durumda da, insan rahatsız etmeyi istemiyor elbette.

Tekrar 13 Haziran’a dönersek, Sinan’ın gelişi, alyardır saklambaç oynarcasına bir görüp bir kaybettiğimiz Sinanımızın gelişi bize her bakımdan ilaç gibi geldi...

Fakaaaattt...bu sefer de kızım gelemedi bir türlü. Sinan sadece 3 hafta orada kalabileceği için bebeğimiz ne kadar erken gelirse Sinan doğum sonrası o kadar uzun yanımızda olabilecekti, ki bu hepimiz için çok önemliydi. Fakat kızım abisi gibi 39 haftayı tamamlamadan gelmemekte ısrarcı çıktı ve “yok, yok, bu da 39. Hafta içinde doğar mutlaka” diyen annesini mahçup etti. Çünkü Sinan’ın geliş tarihlerini bu şekilde ayarlamasına ben sebep olmuştum.

18 Haziran’da, geldiğinden beri, duvardan duvara halılı evde yaşamaktan, sürekli merkezi sistemle hava üfürmek suretiyle soğutulan evde azan astımı; inanılmaz sıcak ve nemli hava ve dışarıda bir insan polenleri eksik olduğundan kapıdan dışarı kafasını uzatamamış olan anneme değişiklik olsun hem de karnımdaki küçük hanımı braz sorlamak olsun diye Baltimore’daki National Aquarium’ gittik.












Ancak, Kuzey, ben ve Grandma Kathy’nin Jack & Jill adını verdiği Navigator cihazını sevgili Kathy Annenin çok verimli ayarlamamış olmasından dolayı yola yanlış yerden başladık ve bir exit’i kaçıran Sinan sayesinde hepten uzattık yolu, mesafe olarak da şehri boydan boya geçerek süre olarak da... Neyse National Aquarium’u, 2000 yılındaki kadar beğenmeyerek geri döndük.

Ertesi gün, kızımdan gene hiç ses yoktu. Ben de bunun üzerine, Sinan gelmeden hep söylediğim gibi, bütün evi temizledim Pazar günü. Kuzeyim camları temizlememe yardım ettiyse de işin çoğunu ben yaptım ve garajı süpürmek de dahil olmak üzere, 3 katlı evi temizledim.







Bu fotoğraflardan belli olmuyor ama aslında o sırada gayet hamileyim:


Ancak küçük bir hesap hatası yapmıştım... Sabaha karşı saat 3 gibi sancılarım başladı ancak birden farkettim ki ayın 20si idi ve bu tarih Sinan’ın babasını bu dünyadan uğurladığımız tarih, yani hiç de bebeğimin doğmasını istemediğim bir tarih!!! Ancak olan olmuştu bir kere... Neyse ki, sancılar bir türlü gereken düzene girmedi, yani “5 dakikada bir 1 dakika süren sancılar” temposuna girmedi. Öğlen saatlerinde doktor’un kliniğini aradığımda hemşire bana bol bol su içip dinlenmemi söyledi. Ne dinlenmesi, ben bir an önce doğsun istiyorum, dün bunun için, bu sıcakta koca evi temizledim, diyemedim tabi!

Neyse sancılar, geldikleri gibi gittiler, gittikçe daha düzensiz bir hal alıp sonunda kayboldular akşama doğru. Hmmm...yeni bir iş bulmak gerekiordu bu kızı dışarı çıkartmak için ama ne?

Ama en azından ayın ‘20’sini atlatmıştık... Canım bebeğim, annesinden akıllı olduğunu şimdiden göstermişti ;-)

Gece 1 gibi yeniden başladı sancılar, bu sefer, sabah 6’da hastaneye gidecek tempoya gelmişti. Hazırlandık, Kuzey’imi uyur halde anneannesinin yanına yatırıp çıktık. Aksi gibi, beni bekleyen şehir karayolları ekibi evle hastane arasındai yolun asfalt yenileme çalışmalarına başlamıştı –ki sarsılayım, sancılar yeterince canımı acıtmıyorsa sarsıntı da acıya katkıda bulunsun... Hastanenin Doğum Bölümünün kapısına ulaştığımızda hiç de daha önceki tanıtım günü anlatıldığı gibi içerdeki güvenlik görevlisi tarafından ilgiyle karşılanmadım. Neyse ki yolu biliyordum, tanıtım günü sayesinde ve Sinan arabayı park edip gelene kadar aşağıda beklemem gerekmedi. Gel gör ki, yukarıda Doğum Bölümünde formları doldururken farkettim ki ortalık çok yoğundu ve hemen bir odaya alamayacaklardı. Sinan tam karşıdaki ‘desk’e ulaşmaış beni sorarken, ben o sırada gelen bir sancı nedeniyle ‘desk’in önünde yere çökmüş olduğumdan beni göremedi. Ben sesini duyup elimi kaldırdım. Eğlence arayan hemşire tayfasına kıkırdayacak sebep çıktı ;-)

Neyse, bize biraz beklememiz gerektiğini, bu arada bir oda hazırlayacaklarını söylediler. Ancak gösterdikleri bekleme odasında zaten birileri bekliyordu, hatta uyuan birisi vardı. Koridordaki koltuklarda beklemeye başladık ama sancı geldikçe insan şekilden şekile girmek istediğinden, orada daha fazla bekleyemeyip en yakındaki, boş gördüğüm odaya girip uzandım. Bu koridordaki odalar başka amaç içindi –ne olduğunu hatırlamıyorum ama tanıtım gününde öyle söylemişlerdi- ama nasıl olsa oda boştu ve o anda amacı falan umurumda değildi.

Bir süre sonra bizi hazırladıkları odaya aldılar.





Sinan ilk iş teknolojik tezgahını kurdu elbette, kamerasıydı, internetiydi. Hatta annesi ve Zeyneple (Birsel) konuştuk bir ara... Odadaki bekleme faslı çok fazla sürmedi. Bir kaç saat sonra (4-5) sancılarımın gittikçe daha düzensizleştiği ve şiddeti azadığı bilgisi dahilinde odayı boşalmamız istendi. Ne de olsa daha epey bir süre (?) bir gelişme olması beklenmiyordu. Şu anda düşündüm de, o saatlerde doğsaydı Zeynep, gebelik takibimi yapan iki doktordan biri girecekti doğuma ve belki de bütün bu saçmalıklar yaşanmayacaktı ama yaşaman gereken bir şey varsa yaşıyorsun işte...

Bol bol yürü ve tekrar 5 dakikada bir, bir dakika süren sancıların olduğunda ve bu tempo bilmem kaç dakika sürdüğünde gel, dediler, bizi paketleyip gönderdiler..

Dışarısı cehennem gibi, nerde yürüyeceksin?? Biz de, eve biraz yiyecek alışverişi yapalım, hem bu bir kaç gün evde annemle Kuzeyin bir eksiği olmasın, hem de serin bir ortamda yürüüş olurum deyip Safeway’e gitmeye karar verdik. Neden orası? Çünkü her zaman yiyecek alışverişini yaptığımız eve yakın Giant’ta olmayan bir şey alması gerekiyordu Sinan’ın.

Ara sıra bir rafın önünde iki büklüm olmak suretiyle ve tabi ki bunun eşliğinde epey bir acıyla alışverişimizi yaptık .Eve gittik, aldıklarımızı yerleştirdik – ya da yerleştirdiler, hatırlamıyorum?!- ve “bekleme” faslı başladı.

Saatler konusunda Sinan’a bu yazıyı okutup danışmanlık almam gerekecek ama sanırım saat 19:30 gibi falan yeterli sıklığa ulaştık; doktorun ofisi arandı, gelebilirsiniz onayı alındı –ki hastanenin doğum servisine bilgi verilsin (verildi de ne oldu sanki?!!)- ve saat sekiz sularında arabaya binildi. Bu sefer asfalt çalışmalarına küfür ederek gittim hasteneye ve de bağıra çağıra...Kuzeyde hiç böyle bağırış çağırış yapmamıştım halbuki, hem de ilk bebek olmasına rağmen?!

Hastaneye ulaştık, bu sefer beklemek gerekmedi, güvenlik görevlisi içeridki yerindeydi. Çok canım acıyordu; tekerlekli sandalye istedim; adam işaret etti en yakındakini –hiç de tanıtım sırasında söyledikleri gibi sandalyeyi ittirmedi- Biraz oturdum ama Sinan parkedene kadar bebek gelecekmiş gibi çok canım acıyordu. Azıcık bir yer yürümem gerekiyor, bari gidip kayıt olayım, dedim. Yola çıktım (!).... Sen misin... En son koridorun bir yerinde iki büklüm olup kaldığımı hatırlıyorum, bir hemşire/hasta bakıcı? Birisi tekerlekli sandalye ile gelip imdadıma yetişti..Zaten hastanenin belki de en harika özelliği harika hemşirelerin oluşuydu! (Gerçi ABD’de ne kadar çok para oldukları düşünülürse, meslek aşkıyla yanıp tutuşuyor olmaları lazım zaten!!). Odaya ne ara aldılar, ne oldu hatırlamıyorum şu anda.

Ama Sinan ilk iş tezgahı kurdu gene ;-))



Hatırladığım kısım şu: har tarafı ipli ipli (arkası açık olan) hastane kıyafetini giymek için tuvalete gittim. Çıktım, yattım ve biraz sonra sancılar çok ama çok şiddetlendi.



Kısa bir süre sonra Sinan’a yalvarıyordum, “bu anestezi uzmanını bunlar getirene kadar bu bebek çıkacak, nooooolur git bul şu uzman kimse” diye. Sinan gitti ve beraberinde gene “boka alerjiniz var mı, püsüre alerjiniz var mı” dye sormaya başlayan bir kadınla beraber geldi. Ve o sırada içimde, dışarı doğru inanılmaz şiddetli bir ittirme hissi oldu ve dehşet içinde anladım ki epidural yetişmeyedek çünkü bebek muhtemelen leğen kemiğimin içinde bir yerlere geldi... Doktorlar bunu nasıl tarif eder bilemem; bu benim o anki hissiyatım! Ve gerçekten dehşete kapıldım ama içimden “milyarlarca kadın yapabiliyorsa, ben de ölmem herhalde” dedim. HER anestezisiz doğum yapan kadın muhteşem kaslara sahip ve aylarca egzersiz yapmış olmuyordu ya..bu bebek de çıkacaktı elbet!!! Sonra odaya bir sürü insan doluştuğunu hatırlıyorum.. Bir sonraki aşama: Bir bacağımı iki hemşire, diğer bacağımı başka iki hemşire tutmuş, komutlar veriyorlardı... “Push..”, don’t close your legs, you will hurt the baby”... Bu son cümle gerçekten de ödümü patlattı yalnız!! Gerçekten de, o sırada o acının içinde bile çok kısa olduğunu anlayabileceğim kadar çabuk olup...bitti... demek isterdim ama bu bişeylerin başlangıcı imiş!!! Ama şurası gerçek ki, epiduralle doğum yapmaktan çok daha hızlıydı –tabi ki ikinci bebek olmasının da payı var, epiduralle biraz felce uğra(tıl)mış kaslarla doğum yapmak farkı dışında!

Ve ciyaaaakkk....kızımın sesiiiii.... J))))))))))))) Ohhhh...bittiiiiiiiii.....(san, Selay sen!)...Kızım sağ salim geldi (burası gerçek, şükürler olsun ki!!!). Ooooo...bu Kuzey gibi değil, ciyak ciyak ağlıyor...Yandık!!! mı ki acaba?



 







Rutin işlemlerden sonra kucağıma verdiler....ve çıt diye kesildi sesi..Canım benimmmmm...İnanmıyorum... Kuzey’i Kanada’da görmeye geldiklerinde, Hakanla Ayşenur’un getirdiği minik bir ayıcık vardı –hâlâ da duruyor tuvalet masamın üstünde: You did it!! Yazıyor ayıcığın elindeki küçük kart gibi şeyin üstünde. Aynen öyle hissettim...Selay!!! Tebrikler...You did it!!! Ve ölmedin..Oysa dakikalar önce bir ara “kill meeee....” diye bağırdığımı hatırlıyorum; hani acı çeken atları vururlar kabilinden ;-))

Sinan gene Sinanlığını konuşturmuş, bize biraz büyükçe bir oda vermelerini sağlamış, detaylarını ona sormak lazım... Gene tanıtımda bizlere gösterilen oda otel odası gibi kocamandı halbuki...küçüminnacık odalar da varmış elbette!

Kuzey’de yapmadığım ve yapacaığımı tahminn etmediğim bir şey yaptım: Hemşirelerin bebeği bebek odasına götürmelerini istedim..Elim, kolum o kadar bitikti ki (acıdan Sinan kollarını, ellerini sıka sıka hiç gücüm kalmamıştı), bebeği tutmaya cesaret edemiyordum, düşürürüm diye. Orgunluktan bitik haldeydim ama dinlenmek ne mümkün..Yok onu ölçücez, yok ilacını vericez, yok zırt, yok pırt...En fazla 1,5 saatte bir uyandırıldığım için pek iyi geçmedi gecem haliyle!



Bu bebekte bir heyecan daha vardı tabi: bakalım
Abisi bebeği görünce ne yapacak... Şu anda gerçekten hatırlamıyorum ama videosu var... Yanılmıyorsam, biraz çekinik, sevinsin mi, üzülsün mü bilemez bir hali vardı Kuzeyimin. Eh, ne de olsa bebek daha bismillah, gelir gelir gelmez, annesini ve babasını bir gece Kuzey’den uzakta alıkoymuştu!!!


Neyse, Zeynep’in getirdiği hediyeyi görünce biraz buzlar eridi, ya da dikkat başka yere kaydı...
Son derece şanslı bir şekilde, e-bay’de bulup, orijinali olan 280 USD’nin neredeyse ¼ fiyatına satın aldığım Little Einsteins figurinleri ve Rocket setinin koca kutusunu görünce  koptu Kuzey zaten; ne büyükmüş kardeşimin hediyesi falan derken..içinden çıkanları gördü ve başka bir dünyaya ışınlandı ;-))


Bu arada, ben 1, Sinan 9 doğurmuş, görünüşe bakılırsa ;-)))

Gerçi 9 doğurmayı 1 hafta sonra gördü zavallı Sinanım...
P.S: Şükürler olsun...5 günde yüklemeyi başardım...Başka "free blog adresi biliyor musunuz" diye soracağım ama eminim o da bu ülkede yasaktır ve o nedenle onda da sorun yaşarım! Ancak VPN bağlantısı üzerinden yapabiliyorum bu işi, onda da sorun var galiba...